24 Ekim 2008 Cuma
Şizofren Dansçı Özge'nin Yürek Paralayıcı Maceraları
Bir varmış, bir yokmuş. Günlerden bir gün, şehirlerden bir şehirde mazlum ve mağrur bir dans topluluğu, topluluğun içinde bir Özge varmış. Ama ne Özge! Hem zeki, hem güzel, hem öyle, hem böyle, hem şöyle... Ama konumuz bu değil. Ne diyorduk efendim, oradan ağlayalım halimize...
Günlerden bir gün yine bir gösterileri varmış. Sonradan video kayıtlarının kendilerini ele verdiği üzere grubun bütün elemanları Beşiktaş'ta çaycıda keyfederken bu masum yavrucak öncü kuvvet olarak gösteri mekanına gönderilmiş. Biraz da gösteri sonrası karşı karşıya kalacağını bildiği aşırı ilgi sebebiyle istemeden de olsa fazla hevesli görünen Özge -ki kızımız akşamdan özenle kuaföre gitmiş, o zamanlar hiç adeti olmayan topuklu ayakkabılar falan giymiştir- yüzüne kondurmaya çalıştığı "ya alışığım ben böyle şeylere, yine gösteri yine gösteri üfff" bakışlarıyla fuayeye girmiş.
Bir görevlinin kendisine kibarca yönelttiği "Buyrun, kime bakmıştınız?" sorusu üzerine Özge, az vakti olan artiz tiplere has bir bakışla mekanı kolaçan ederken adamla göz göze gelmeden cevap vermiş: "Ya bizim gösterimiz var bu akşam, prova alacaktım... sahne müsait mi?"
Halbuki bu an hikayemizde bir dönüm noktası, adeta sonun başlangıcıymış. Zira taş kalpli, gaddar adam soğukkanlılığından taviz vermeden kısaca "yooo..." demiş.
Yooo....
Bu ses boşlukta yankılanmış.
Daha sonraki konuşmalar Türk filmlerinde 6 tane Emel Sayının döndüğü sahneler gibi görünmüş Özge'ye. Bir sürü adamlar, hatta telefonun ucunda yetkili ve bilgili bir kadın ağız birliği etmiş öyle bir şeyin programda olmadığını, zaten içeride dekorlar olduğunu, grubu hiç tanımadıklarını, Özge'nin oturup bir çay içmesi gerektiğini, zaten bu koreografların da nedense hiç telefonlarını açmadıklarını, tesadüfe bakın ki topluluktan kimsenin de gelmediğini, bu durumla ilk kez karşı karşıya kalmadıklarını, Özge'nin bir çay daha içip tatlı bir şeyler yemesi gerektiğini, Özge'nin iki saattir boşuna beklediğini, artık evine gitmesi gerektiğini, nedense hala kimsenin telefona cevap vermediğini, belki de Özge'nin çok yorgun olduğunu...." söyleyip durmuşlar.
Hayal meyal başka görüntüler de hatırlıyormuş Özge: vapurdan inen üç kişi. Kadıköy sokakları. Çinili Kafe. Bira. Akmar'ın orda buluşulan başka bir kişi. Konuşmalar. Gece. Hüzün. Elem. Keder...
Sonra polifonik bir zil sesi gelmiş. Özge cep telefonunun ekranında mitolojik bir kahraman olduğuna inanılan Olimposlu İlias'ın adını görünce dehşete düşmüş. Heyecanla açmış telefonu, ama telefon açılmamış, konuşmaya çalışmış sesi çıkmamış. Bu arada telefon hala çalıyormuş.
Özge uyanmış. Meğer hepsi bir rüyaymış.
Günlerden bir gün yine bir gösterileri varmış. Sonradan video kayıtlarının kendilerini ele verdiği üzere grubun bütün elemanları Beşiktaş'ta çaycıda keyfederken bu masum yavrucak öncü kuvvet olarak gösteri mekanına gönderilmiş. Biraz da gösteri sonrası karşı karşıya kalacağını bildiği aşırı ilgi sebebiyle istemeden de olsa fazla hevesli görünen Özge -ki kızımız akşamdan özenle kuaföre gitmiş, o zamanlar hiç adeti olmayan topuklu ayakkabılar falan giymiştir- yüzüne kondurmaya çalıştığı "ya alışığım ben böyle şeylere, yine gösteri yine gösteri üfff" bakışlarıyla fuayeye girmiş.
Bir görevlinin kendisine kibarca yönelttiği "Buyrun, kime bakmıştınız?" sorusu üzerine Özge, az vakti olan artiz tiplere has bir bakışla mekanı kolaçan ederken adamla göz göze gelmeden cevap vermiş: "Ya bizim gösterimiz var bu akşam, prova alacaktım... sahne müsait mi?"
Halbuki bu an hikayemizde bir dönüm noktası, adeta sonun başlangıcıymış. Zira taş kalpli, gaddar adam soğukkanlılığından taviz vermeden kısaca "yooo..." demiş.
Yooo....
Bu ses boşlukta yankılanmış.
Daha sonraki konuşmalar Türk filmlerinde 6 tane Emel Sayının döndüğü sahneler gibi görünmüş Özge'ye. Bir sürü adamlar, hatta telefonun ucunda yetkili ve bilgili bir kadın ağız birliği etmiş öyle bir şeyin programda olmadığını, zaten içeride dekorlar olduğunu, grubu hiç tanımadıklarını, Özge'nin oturup bir çay içmesi gerektiğini, zaten bu koreografların da nedense hiç telefonlarını açmadıklarını, tesadüfe bakın ki topluluktan kimsenin de gelmediğini, bu durumla ilk kez karşı karşıya kalmadıklarını, Özge'nin bir çay daha içip tatlı bir şeyler yemesi gerektiğini, Özge'nin iki saattir boşuna beklediğini, artık evine gitmesi gerektiğini, nedense hala kimsenin telefona cevap vermediğini, belki de Özge'nin çok yorgun olduğunu...." söyleyip durmuşlar.
Hayal meyal başka görüntüler de hatırlıyormuş Özge: vapurdan inen üç kişi. Kadıköy sokakları. Çinili Kafe. Bira. Akmar'ın orda buluşulan başka bir kişi. Konuşmalar. Gece. Hüzün. Elem. Keder...
Sonra polifonik bir zil sesi gelmiş. Özge cep telefonunun ekranında mitolojik bir kahraman olduğuna inanılan Olimposlu İlias'ın adını görünce dehşete düşmüş. Heyecanla açmış telefonu, ama telefon açılmamış, konuşmaya çalışmış sesi çıkmamış. Bu arada telefon hala çalıyormuş.
Özge uyanmış. Meğer hepsi bir rüyaymış.
22 Ekim 2008 Çarşamba
Yarı Açık Prova Üzerine Notlar
Bir kere üzerine düşünmeden yazılması gerekiyor ama insan yine de o halet-i ruhiyetin biricikliğini nasıl anlatabilirim diye düşünmeden edemiyor. Yorgunuz bir kere besebelli. Yüzlerde bir bitkinlik ifadesi; kollar, bacaklar desen zoraki hareket ediyor. Kaçıncı prova kimbilir? Sudan çıkmış balıkların "Her şey güzel olsun! Aman yüzümüzün akıyla çıkalım! Aman rezil olmayalım!" diye aldıkları kaçıncı tekrar? Müzikten midir nedir bir hüzün kaplamış hareketlerimizi. Kayıp aşkımız İlyas da biraz üzmüş bizi. Bir miktar heyecan... Bir miktar "acaba yarın ne olacak"lar... Bir miktar noksanlık... İşten çıkıp gelmişlik... Saat kimbilir kaç? Şaşkın ördek yavrularının eve dönme vakti çoktan geçmiş. Bir de paramız yok tabi her zamanki gibi... Ama olsun, paylaşırız biz, hep paylaştık... Bir de stüdyodaki görevli kadın sürekli saatine bakmasa... Vakit de ne hızlı geçer dans ederken. Sahi ya güzel zamanlar çabuk geçer zaten. Bunca olumsuzluğa rağmen tek arzusu dans etmek olan insanların bir şekilde (kaderin cilvesi mi desem, Quantum fiziği mi desem) bir araya gelmiş olmasının şerefine bile hızlı geçer dakikalar. Tek bir yürek çarpıntısı adımlarımızda, tek bir dilek... Emek.... Kendi emeğimiz, kendi varoluşumuzu teşhir etmek için inatla didinmemiz... Güzel zamanlar... Güzel insanlarla paylaşılan özel anlar. Kimse bilmez bizim dışımızda, kimse anlamaz belki ama bu eserin teşhir edilememesinde bile bizi anlatan bir şey var. O da bizim gibi biraz kaldı noksan... Ama Noksan olmak güzel şey... Noksan kalmak güzel şey...
Beste
Beste
21 Ekim 2008 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)